Anadolumuzun ayrılmaz bir parçası olan, serhat şehrimiz Van 2 Nisan 1918 günü Ermeni mezaliminden ve Rus işgalinden kurtarılmıştır. Tabiatın bütün tarihi ve turistik güzelliklerini sinesinde toplamış bulunan Van şehri yüzyıllardan beri tarihin akışı içinde bir çok kavimlerin işgaline uğramış, çeşitli devirlerde harp meydanlarına sahne olmuştur. Buna rağmen doğunun medeniyet merkezi olma niteliğini de hiç bir zaman kaybetmemiştir.
1071 yılında büyük Malazgirt Zaferi ile, ünlü Türk Kumandanı Alparslan tarafından Bizanslılardan alınan Van Anadolu’nun kapılarını Türklere açmış bulunuyordu. Esasen Van’ın tarihteki önemi de buradan kaynaklanmaktadır. 25 Ağustos 1548 tarihinde de Kanuni tarafından zaptedilen Van büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına katılmış ve o günden sonra da Anadolu ile bütünleşerek şanlı bayrağımızı asırlardan beri semalarında dalgalandırmaktadır.
Üç kıtada hükümranlığını sürdüren Türk gücünü harp meydanlarında yenmenin ~|~mümkün olmadığını çok iyi bilen düşmanlarımız, Osmanlı İmparatoluğu’nu içten parçalamak için, Ermeni azınlığa bir çok vaatlerde bulunarak onları hep isyana teşvik etmişlerdir.
Tarih boyunca devlet kurma yeteneğinden yoksun olan ve hiç bir zaman bir vatan sahibi olamayan Ermeni azınlığı asırlardan beri can ve mal emniyeti içerisinde ve hatta tüm sosyal haklardan yararlanmak suretiyle, hayatlarını Türklerin himayesinde sürdürmekte iken; Rus ve İngilizlerin kendilerini alet olarak kullanmak oyunlarını idrak etmekten aciz kalmışlardı.
İngiliz ve Ruslar tarafından merkezi Van şehri olmak üzere Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurdurma vaat ve hayalleri içerisinde sarhoş olan Ermeniler bir çok gizli komiteler kurmak suretiyle, sinsi sinsi çalışmaya başladılar. Bu sinsi ve yeraltı çalışmaları nihayet 1. Cihan Harbinin başlamasıyla su yüzüne çıkmış oldu. Böylece Ruslara öncülük ederek yol göstermek sureti ile 20 Mayıs 1915’te Van’ın Ruslar tarafından işgal edilmesinde büyük rol oynadılar.
İşte o günden sonra, Vanlılar için elem ve keder dolu kara günler gelip çatmış oldu. Çünkü o zaman Van’da bulunan bir Türk Tümeni düşmanla çarpışmak üzere Erzurum cephesine gönderilmiş bulunuyordu. Ayrıca eli silah tutan bütün Vanlı delikanlılar da vatan müdafaası için; İran ve Sarıkamış hududuna gönüllü olarak gitmişlerdi.
Van’da Türklerden yalnız kadın, kız ve yaşlı erkekler kalmıştı. Bu durumu bilen Ermeniler ganimet sayarak tarihin hiç bir devrinde emsali görülmeyen korkunç ve iğrenç bir katliam harekatına başladılar. Rus ve İngilizlerin en modern silahları ile mücehhez olan Ermeni çeteleri eli silahsız ve kendilerini müdafaadan yoksun sivil halkın içine kurtların koyun sürüsüne daldıkları gibi, genç kadınlarımıza, kızlarımıza utanç dolu hakaretlerden sonra, onları evlere doldurup, gaz dökmek suretiyle cayır cayır yakarak sadist ruhlarını tatmin etmeye çalıştılar.
Bunlarla da kalmayıp, kundaktaki körpe yavruları süngülerin başına takıp parça parça ederek, süngü talimi yapmak suretiyle Türk’ün kökünü kazımaya çalışıyorlardı. Ak sakallı dedelerin kol ve bacaklarını gövdelerinden kopararak kazığa oturtan bu caniler, iğrenç katliamlarından büyük zevk alıyorlardı. Devletin emri ile Vangölü üzerinden gemilerle göç etmeye çalışan binlerce Vanlı’yı da gemileri batırmak suretiyle, gölün mavi ve derin sularında boğarak katliamlarının bir kısmını da böylece tamamlamış oldular.
Ermeni azınlığın yüz karası olarak tarihe geçmiş bulunan bu menfur katliam harekatı üç yıla yakın bir süre bütün vahşet ve korkunçluğu ile devam etti. Böylece gözü dönmüş Ermeni çeteleri tarafından 30.000 masum Vanlı hunharca şehit edilmiş oldu.
Ne var ki asırlar boyu vatan ve hürriyet uğrunda nice şehitler veren asil Türk Milleti daha nice nice şehitler verir ve fakat bir karış vatan toprağını asla ve asla düşmana terk edemezdi. Çünkü onun damarlarındaki asil kan ve göğsündeki gür iman daima vatan uğrunda ölmeyi esir yaşamaya tercih ederdi. İşte bu milli şuur içerisinde kadını, kızı, genç ve ihtiyarı ile el ele ve gönül gönüle veren kahraman Türk Milleti ordusuyla bütünleşmiş ve tarihine yakışır bir şekilde yeniden mucizeler yaratmaya başlamıştı.
Nihayet 2 Nisan 1918 sabahı 4. Kolordumuz ağır zayiat vermesine rağmen Van gölünün kuzey ve güney sahillerini takiben Van’a girerek Rus ordularını büyük bir hezimete uğratmış ve şanlı bayrağımızı güzel vatanımızın mavi semalarında yeniden dalgalandırmaya başlamıştır. Zafer naraları Van’ın yüksek tepelerinde yankılar yaparken, Rus ve İngilizlerin politik oyunlarına alet olan Ermeniler Türklere karşı hayasızca yapmış oldukları katliamın cezasını kat kat fazlasıyla çekerek bir daha dönmemek üzere def olup gitmişlerdi. Böylece Van şehri yeniden vefakâr Vanlısını sinesine basmış ve 2 Nisan 1918 zaferi Türk’ün yenilmez gücünü bir daha bütün cihana isbat etmiş oldu. Şimdilerde söylenen “Vanlıyam şanlıyam” türküsü de 1.Cihan Harbinden önce vuku bulan bir olaydan esinlenerek bestelenmiştir:
Geiderem Van’a doğru
Yolum İran’a doğru
Kes başım ganım ağsın
Gıymet bilene doğru
Vanlıyam şanlıyam kılıcı kanlıyam
Vanlıyam şanlıyam kılıcı kanlıyam
Bu dağın garı menem
Yal vursa erimenem
Sen menden gücensen de
Men senden gücenemem
Vanlıyam şanlıyam kılıcı kanlıyam
Vanlıyam şanlıyam kılıcı kanlıyam
Giderem belesine
Bağçivan mehlesine
Yar mene darılmış
Gidecem ensesine
Vanlıyam şanlıyam kılıcı kanlıyam
Vanlıyam şanlıyam kılıcı kanlıyam.
Türkünun öyküsü de şöyle:
1. Dünya Harbinden önce Adana’nın Taşkıran Karakolu’nda Başkomiser olarak görev yapan ve nüktedanlığı ile tanınan Ali Baba’ya karakoldayken bir telefon gelir: “Alo kimsin” deyince Ali Baba da: “Vanlıyam şanlıyam gılıcı kanlıyam, Taşkıran karakol Başkomiseriyem, gara gızın dostuyam” der ve karşıdakine kim olduğunu sorar. Karşı taraf “Ben Adana Valisiyim” deyince bizim Ali Baba “Irrr... Sen menden büyüksen” der yavaşça telefonu kapatır. Ve bu öyküden ilham alan Vanlı sanatçı Atakan Çelik olayı türküleştirir ve güzel türkü Van’ın diline düşer.